HIGHLIGHTED
RÖPORTAJ
Kemal Özen ile gündemin ağırlığını, sanatta güvenli alan fikrini, tuvalden VR gözlüğüne uzanan üretim sürecini ve yapay zekanın sanatçının dilini nasıl dönüştürdüğünü konuştuk.
Kendi Cennetimizi Yaratmak: Kemal Özen
Furkan Öztekin

Kemal, nasılsın? Yaz günlerin nasıl geçiyor, şu sıralar nelerle vakit geçiriyorsun? Kavurucu sıcaklara rağmen atölyede çalışmalarına devam ettiğini görüyorum. Yangınlar, depremler ve her geçen gün hareketlenen gündeme rağmen odaklanmak, ilham bulmaya çalışmak ve direnmek çok kıymetli geliyor bana.
Furkan, yukarıda bahsettiğin gibi bu çılgın gündem içinde durmak, kendini ve planlarını bir kenara alıp öncelik yaratarak iş üretmek çok zor. Sen de bunu yapıyorsun ve bu kıymetli dilimde bana da yer verdiğin için çok teşekkür ederim. Gerçekten her hafta yeni bir skandal yeni bir felaket ile haftaya başlamak ve bunu sürdürmek çok zorlaşmaya başladı. Tabiri caizse sudan çıkmış balık gibiyiz. Neye şaşıracağımızın, neye öfke duyacağımızın sırası karıştı. Bir boşlukta süzülür olduk. Bu olan şeyler çok fazla! İnsan hafızasına ve duygularına çok ağır yük... Ben dışarıdaki bu kaosu dengeleyebilmek için sanat üretimlerime sarılıyorum. Orada kendime bir alan inşa ediyorum. Bu süreçte Inner World/Safe Zone isimli yeni bir seriye başladım. İç dünyamızda kendi cennetimizi yaratmak üzerine bir seri. Bu seriden iki çalışmayı geçtiğimiz Nisan ayında Ruzy Galeri’de sergilemiştim. Halen devam ediyorum bu seriye. Aynı zamanda Yıldız Teknik Üniversitesi’nde doktoramı tamamlamam gerekiyordu. Doktoraya başladıktan hemen sonra araya pandemi girdi ve pandemi sonrasında da iyice kırılganlaşan ekonomik durum ve gerginleşen siyasi ve toplumsal ortam yüzünden büyük konsantrasyon sorunları yaşadım. Biraz uzatmayla doktora programından da geçen ay mezun oldum. Artık sanat üretimlerime daha çok ağırlık vereceğim bir döneme girmek istiyorum.
Bu yaz, senin için hem üretim hem de sergi açısından yoğun geçti diye tahmin ediyorum. Geçtiğimiz ay Rast Gallery’de açtığın “Far From The World” kişisel sergi süreci nasıl başladı biraz bahsetmek ister misin?
Sanat alanında doktora (sanatta yeterlik) yapınca bir de proje üretmen gerekiyor. Hem tez yazım süreci hem proje için iş üretme süreci hem de bunlardan bağımsız devam eden sanatsal kariyerime bağlı çeşitli sergiler için üretimleri yapmak ve bunların yanı sıra biliyorsun ki Tokat Gaziosmanpaşa Üniversitesi’nde araştırma görevlisi olarak çalışıyorum. Tüm bunlar üst üste fazla gelmeye başladı. Son iki senedir neredeyse her hafta Tokat-İstanbul arasında mekik dokur oldum. Bu süreç hem sanatsal hem de akademik üretimimi olumsuz olarak çok etkiledi. Bu yüzden geçtiğimiz Nisan ayından itibaren altı aylık ücretsiz izne çıktım. Nisan ayından bu yana yoğun bir akademik ve sanatsal üretim sürecine girdim. Rast Galeri’deki sergim de bu yoğun emek sürecin sonunda gerçekleşti. Tez projem kapsamında ürettiğim işleri Rast Galeri’de solo sergi kapsamında sergiledim.

Kemal Özen, Tuzağa Yakalanmak (3), 75x65 cm., tuval üzerine yağlıboya, 2016
Sergide ilk kez dijital medya araçlarından faydalandığını belirtiyorsun ve bu bağlamda sergide 3D video işlerin yer alıyor. Seni dijital üretime yönlendiren ne oldu biraz bahsetmek ister misin? Seni genellikle resimlerinle hatırlayan izleyicilerin tepkilerini de oldukça merak ediyorum.
Biliyorsun, son 20 yılda kişisel hayatımızda olduğu gibi sanat alanında da dijital teknolojilerin yeri önemli ölçüde arttı. Sanatçı olarak benim yaşıtlarım yani “Y” kuşağı, şimdilerde “Z” ve gelecekte de “Alfa” kuşağı ile etkileşimde olacak. Biraz geriye dönüp baktığımızda “X” kuşağı radyo, benim kuşak yani “Y” kuşağı televizyon ile büyüdük. Bilgisayar ve akıllı telefonlara sonradan uyum sağladık. Ancak “Z” ve “Alfa” kuşağı tamamen bu ekranların ve teknolojinin içine doğdu. İmge üretmenin nimet olduğu dönemlerden imge üretmenin bir tık mesafede olduğu döneme evrildik. Bu geçiş çok hızlı oldu. Bu hızlı geçişi biz hissediyoruz ancak bahsettiğimiz “Z” ve “Alfa” kuşağı fark edemiyor. Onlar için imge oluşturmak çok kolay ve sanatçıların oluşturduğu imgeye onları çekmek çok zor. Fotoğrafın icadından bu yana gelen söylem; “sanat (resim) bitti” sözü, günümüz sanat teknoloji bağlamında nerede duruyor karar vermek zor ancak gelecekte dijital teknolojisiz sanat düşünmek imkânsız gibi. Bir yandan da sanat eğitimi veren bir akademisyen olarak bu bilgiler arka planda sürekli olarak çınlıyor. Bunun için kendimi hem sanatçı hem de akademisyen olarak sürekli olarak güncel tutmak istiyorum. Ortaokul yıllarımdan başlayan bilgisayar oyunu merakım da beni dijital ve hareketli imge estetiğine hep çekmiştir.

Kemal Özen, Tuzağa Yakalanmak, 3D video, tek kanal, 4K, renkli, sesli Süre 44 2025
Tüm bu süreç ve doktora projem için yaptığım araştırmalar da beni sanal gerçeklik teknolojisine yönlendirdi. Çünkü sanal gerçeklik teknolojisi büyü gibi bir şey. Seni bulunduğun ve ayağının bastığı fiziksellikten alarak başka dünyalara götürebiliyor. Bunu yapabilen başka bir teknoloji şu an yok. Resim üretimlerimde de sürrealist bir tavır var. Sürrealist anlatı dilini seviyorum. Çünkü içinde olduğumuz fiziksel gerçekliğin ötesinde başka şeyler göstermeyi, vaat etmeyi, olasılık yaratmayı seviyorum. Bu resim dilime en yakın günümüz teknolojisi de sanal gerçeklik teknolojisi idi. Sanal gerçeklik teknolojisi ile artık sadece iki boyutlu yüzeyde değil üç boyutlu, izleyicinin tüm duyu organlarına hitap edebilecek bir dünya yaratabiliyorum. Tezimi ve ürettiğim projeleri de bu yüzden sanal gerçeklik teknolojisi üzerine geliştirdim. Rast Galeri’deki sergimde, sanal gerçeklik teknolojisini izleyicilere deneyimletmeyi çok istedim ancak bunun için yüksek özellikli bilgisayarlar gerekiyordu. Bu yüzden sergide, oluşturduğum bu dijital dünyanın bir kesiti olarak, tek açıdan kaydedilmiş videolar sergiledik. Bu dijital işleri daha önce yaptığım yağlıboya işlerden yola çıkarak ürettik. Böylelikle sergide, “eski” medyumla üretilmiş bir çalışmanın “yeni” medyumla yeniden yaratılmasıyla ortaya çıkan deneyim farkı da gözlemlenmiş oldu. Sergide kimi izleyici tuval resminin hala daha değerli olduğunu söylerken kimi izleyici de üç boyutlu videoları daha ilgi çekici buldu. Ancak gençler video işler önünde daha uzun vakit geçirdi. Tuval resmindeki durağan imgenin karşılığı olarak ekrandaki hareketli ve sesli imgeyi yan yana izlemek ve görmek benim için de ilgi çekici bir deneyimdi.
“Far From The World” sergisinde Sevgili Yalnızlığım, Gel Beraber Olsun ve Tuzağa Yakalanmak isimli tek kanallı 3D videolarla izleyicinin karşısına çıkıyorsun. Bu görsel dil nasıl oluştu biraz bahsetmek ister misin? 3D video işlerinde sana destek olan, sürece katkı sağlayan işbirlikçilerin kimlerdi?
Bu süreç yukarıda da bahsettiğim gibi kendimi günümüze güncelleme isteği, çocukluğumdan kalan oyun merakının bende bıraktığı dijital ve hareketli imge estetiğinin izi ve sürekli ekrana maruz kalmış olan bir sanatçının dönüşümü olarak, kendi doğal akışında gerçekleşti diyebilirim. Doktora tezim için araştırmalara başlarken hareketli imgeler oluşturmak üzerine bir şeyler yapmak istediğimi biliyordum. Bu yüzden ilk olarak 3 boyutlu modelleme programlarını öğrenmeye giriştim. Cinema 4D, Unity, Blender gibi programlar üzerine yoğunlaştım uzun süre. 2022 yılında Bauhaus Üniversitesi Media Art and Design’da Prof. Ursula Damm’ın derslerine katıldım. Türkiye’ye döndükten sonra ilk olarak stop motion üzerine denemeler yaptım sonra çizgisel animasyonlar denedim, üç boyutlu modellemeler aracılığı ile animasyonlar yaptım bu süreçte Yıldız Teknik Üniversitesi Grafik Tasarım Anasanat Dalı’ndan tez danışmanım Prof. Dr. Kader Sürmeli ile sürekli çalışmalarım ve çalışmalarımın ne yöne evrilmesi gerektiği üzerine konuşmalar yapıyorduk.
Bu iki yıla yayılan uzun araştırma süreci beni 2018 yılında gezdiğim bir serginin anılarıyla buluşturdu. 2018 yılının mayıs ayında Yapı Kredi Kültür Sanat’ta Mat Collishaw’ın Eşikler sergisini gezmiştim. Mat Collishaw o dönemlerde Türkiye’de çok popülerdi. Birçok kurumda etkileyici sergiler gerçekleştirmişti. Özellikle teknoloji ile sanatı birleştirdiği, izleyiciyi ters köşeye yatırdığı işleri halen aklımda. 2018 yılında Yapı Kredi Kültür Sanat’ta gerçekleştirdiği Eşikler sergisine tekrar dönecek olursak, bu sergide Mat Collishaw, Henry Fox Talbot’un 1839 yılında İngiltere’de gerçekleştirdiği, dünyanın ilk basılı fotoğraf sergisi sayılan sergiyi Türkiye’ye, Yapı Kredi Kültür Sanat’a taşımıştı. 1839 yılında, King Edwards School’un kasvetli salonunda sergilenen çalışmaları ve o kasvetli salonun kendisini de Yapı Kredi Kültür Sanat’ta deneyimleme şansını bize sunmuştu Collishaw. Düşün, İstiklal Caddesi’ndesin, bir kapıdan içeri giriyorsun ve 1839 yılına ışınlanıyorsun. Mat Collishaw bu büyüyü yine teknoloji aracılığı ile yapmıştı. Kafana geçirdiğin bir sanal gerçeklik gözlüğü ile bir anda kendini King Edward’s School’un 1839 yılındaki galerisinde buluyorsun. Hatta, dijital evrende yeniden yaratılan bu sergide, bazı fotoğrafları eline alıp kendine yakınlaştırabiliyordun. Hatta gözlüğü taktığında galeride bir de şömine görüyordun. Ben şömineye yaklaştığımda bir sıcaklık hissetmiştim. Dijital şöminede ateşin nasıl ısı yaydığına şaşırarak gözlüğümü yukarı kaldırdım ve orada duvara monte edilmiş ufo tipi bir ısıtıcı olduğunu gördüm. O sırada görevliler hemen gözlüğü çıkarmamam konusunda beni uyarmıştı. Bu “büyülü” deneyimin bozulmasını istemiyorlardı tabii :) Çünkü gözlüğü çıkardığın anda 1839 yılındaki kasvetli galeri yerine dört duvarı beyaz boyalı bir “white cube” içindesin.
Bu büyülü sergi deneyiminin zihnimde bir şimşek gibi çakmasından sonra tüm çalışmalarımı sanal gerçeklik alanına yönlendirdim. Yukarıda da bahsettiğim üzere, benim gibi sürrealist anlatım dilini tercih eden bir sanatçı için bu teknoloji biçilmiş bir kaftandı. Zihnimde ürettiğim ve iki boyutlu yüzeye işlediğim dünyaya artık izleyiciyi de dahil edebilecektim. İzleyici, zihnimde yarattığım bu dünyanın içinde var olabilecek, orada kendisine yeni bir dünya inşa edebilecekti. Bu çok heyecan verici değil mi? Hem izleyici için hem de sanatçı için yepyeni bir deneyim ve üretim imkânı. Sanal gerçeklik teknolojisi, bu zamana kadar hiç deneyimlenmemiş yepyeni duygular, hisler ve olasılıklar kapısını aralıyor.

Kemal Özen, Sevgili Yalnızlığım, 3D video, tek kanal, 4K, renkli, sesli Süre 49 2025
Tez danışmanım Prof. Dr. Kader Sürmeli ile çalışmamın haritasını belirledikten sonra tezimin yazımına ve yapacağım eser çalışmalarına ağırlık verdim. Tez projem için daha önce tuval üzerine yaptığım Sevgili Yalnızlığım, Gel Beraber Olsun ve Tuzağa Yakalanmak isimli üç tane tuval çalışmayı, üç boyutlu ortama aktardık. Sonra da bunu sanal gerçeklik gözlüğünde deneyimlenecek formata çevirdik. Bu süreçte akademisyen ve sanatçı Egemen Tuncer’in büyük katkıları oldu. Birlikte çok rahat çalıştık. Çok kahrımı çekti. Tezimin son savunma gününün akşamına kadar sanal gerçeklik gözlüğünü sorunsuz çalıştırmakla uğraştık. Buradan yine hem Egemen’e hem de aynı gün doktora savunması yaptı ğımız sanatçı ve akademisyen Hacer Kıroğlu’na sonsuz teşekkürlerimi iletiyorum.
Sanal gerçeklik teknolojisi için baya yüksek özellikli bilgisayarlar gerekiyor. Bunun için yeni bilgisayar bile aldım ama o bilgisayar bile biraz fazla çalıştığında görüntü aktarımında büyük sıkıntılar yaşattı. Bu işin içine girince Mat Collisshaw’ın 2018 yılında, o dönemin teknolojisiyle o kadar karmaşık mekân haritalamasını, etkileşimli gözlük kullanımı vs. nasıl çözdüğünü anlamak zor! Tabii büyük prodüksiyonlar gerektiren bu işlere Türkiye’de de destek verilse çok başarılı işler çıkacağına eminim.
Teknolojiyle aran nasıl peki? Günlük hayatında ve sanat pratiğinde teknolojiye ne kadar yer açıyorsun?
Teknoloji ile aram oldukça iyi. Yeni çıkan teknolojileri yakından takip ediyorum. İnsan üretimi her şey gibi, geliştirilen her teknolojik yeniliğin de hem iyi hem de kötü yönleri var. Teknoloji geliştikçe daha demokratik bir dünyada yaşayacağız diye düşünüyordum ama bir yandan da tüm denetim mekanizmalarının tek elde toplanıyor ve her anımızın gözetleniyor, denetleniyor olma hissi de endişe verici ve rahatsız edici.
2025 yılı itibariyle teknolojiyi sanatsal üretimlerimde daha çok dahil etmeye başladım. Mesela geçtiğimiz Nisan ayında Ruzy Galeri’de açılan “My Fairy Tale” isimli grup sergisi için bir tane heykel yaptım. Bu heykel, daha önce yaptığım bir resimden ilhamla ortaya çıktı. İyileşme isimli resmimden ilhamla aynı isimde ürettiğim bu heykeli bilgisayarda üç boyutlu modelleme programları aracılığı ile modelleyip, üç boyutlu yazıcıda baskısını aldık. Daha sonra bu üç boyutlu modelden kalıp alınarak döküm yapıldı. Üç boyutlu modelleme programı bilen biri için artık heykel üretmek işten bile değil. Hatta ileride üç boyutlu modelleme programı bilmeye bile gerek kalmadan sadece yazı (prompt) ile komut girerek istenilen görüntü ve model oluşturulabilinecek. Hatta bunu basit bir şekilde yapan yapay zekâ modelleri günümüzde mevcut.
Belki buradan günümüzün en tartışmalı konularından yapay zekaya bağlanabiliriz. Yapay zeka ile sanat ilişkisi üzerine ne düşünüyorsun? Bu teknolojileri bir “yardımcı” olarak mı görüyorsun yoksa sanatçının dilini kökten dönüştüren bir unsur olarak mı değerlendiriyorsun?
Bu konuyu sanatçı ve akademisyen arkadaşlarımla çokça tartışıyoruz. Ben yapay zekanın sanatçının yardımcısı olduğu düşüncesindeyim. 20 sene önce Photoshop programı çıktığında fotoğrafçılar arasında bir tartışma çıkmıştı. Makinenin vizöründen çıkan görüntüye bilgisayarda müdahale edilmesiyle görüntünün sanatsal değerinin düştüğü iddia ediliyordu. Günümüzde ise Photoshop artık sanatsal bir araç haline geldi. Photoshop’ta da görüntüye müdahale eden insan zihni ve iradesiydi, yapay zeka ile üretilen görüntüler de aynı şekilde insan zihni ürünü ve insan iradesi ile üretilen görüntüler. Yani yapay zekaya oluşturulacak görüntü ile bilgi veren ve yönlendiren bir insan. Oluşturulan imge üzerinde insan müdahalesinin azalması o imgenin sanatsal değerini düşürür mü? Benim için, o imgeyi üreten kişinin zihnindeki imgeye yaklaşması ve nihai sonuç önemlidir. Ben de zaman zaman çalışmalarımın ön eskizleri için bilgisayardan yardım alıyorum. Yapay zeka aracılığı ile görüntü elde etmekle, Photoshop’ta görüntü düzenlemek arasında ya da internette görüntü bulup, gerçekte bir nesnenin fotoğrafını çekmek ya da o nesneye bakarak etüt etmek arasında bence bir fark yok. Bunların arasında fark olduğunu iddia ediyorsak sanatın zanaat yönüne değer verdiğimiz içindir diye düşünüyorum. E bu tabuları yıkalı yüz yıldan fazla olmadı mı? Ben bu aşamaların hepsinin tek bir amaca, sanatçının ortaya çıkarmak istediği duyguya, ifadeye, görüntüye hizmet ettiğini, sanatın ve sanatçının anlatım dilini zenginleştirdiğini düşünüyorum.
Son olarak Eylül ile birlikte yeni sanat sezonu başlıyor. Önümüzdeki dönemde hangi projeler veya sergiler seni bekliyor? Bundan sonraki üretimlerinde dijital ve fiziksel mecraları bir arada kullanmayı düşünüyor musun?
Bir sergi projem var, beni çok heyecanlandırıyor. Bu sergi için mekân görüşmeleri yapmaya başladım. Bu sergide de yine geleneksel üretim biçimleri ve dijital teknolojileri birlikte kullanacağım. İzleyici deneyimi odaklı çok sanatçılı bir sergi olacak. Bunun haricinde doktorayı bitirdiğim için başım artık daha az kalabalık ve özellikle yurtdışında bağlantılar kurmak ve sanatımın görünürlüğünü arttırmak üzerine girişimlerde bulunmayı hedefliyorum.