HIGHLIGHTED
YORUM
Bugün hangi veriyi arşivlediğimiz, yarının hafızasını şekillendiriyor ve zamanın geçiciliği ile belleğin karşısında küçük de olsa bir kontrol alanı sunuyor.
Yeni Bir Bellek: Dijital Çağda Arşiv
Büşra Yayla

Bir zamanlar internet ziyaret ettiğimiz bir mekândı, tamamlanan ödevler sonrası kazanılan, başka evrenlere bir bilet. Yolculuğun süresi bittiğinde ekran kararır, mekânın kapısı ertesi gün tekrar açılmak üzere kapanırdı. Artık bu evrenlerde yaşıyoruz, internet ile bütünleştik. Hayatımızda neredeyse attığımız her adım dijitalde bir iz bırakıyor. Gün içinde yaptığımız kredi kartı harcamalarımızdan, kullandığımız ilaçlara kadar her şey kayıt altında. Bunları kendimize özel tutabiliriz, en azından öyle olduğunu umabiliriz veya tüm dünya ile paylaşabiliriz. İnsanların durmaksızın paylaştığı bu veriler de var olan devasa internet ağını daha da genişletiyor. Anılarımızın, düşüncelerimizin kopyaları bulut depolarında bekliyor. Peki bu bekleyiş ne kadar sürebilir?
Bulut tabanlı veri depolama hizmetleri, verilerimizi sonsuza kadar karşılıksız saklamayacaklarını bize sık sık ücretli hizmet reklamları ile hatırlatıyor. Dijital anılarımızı güvenli depolama vaatleri, sunucuların çökmesi veya şirket politikalarının değişmesi gibi pek çok durumda bozulabilir. Bir araştırmaya göre, 2013’te var olan web sayfalarının yaklaşık %38’i 2023 yılına gelindiği nde erişilemez hale geldi. İnternetin en popüler ansiklopedisi Wikipedia sayfalarının %54’ünde kaynakça bölümündeki bağlantılarındandan en az biri artık çalışmıyor. Hepimiz en azından bir defa “404 Not Found” hatası ile karşılaşmışızdır. Çocukluğumuzda oynadığımız bir oyunu ararken karşımıza çıkan bu “404 Not Found” sayfası beraberinde hayal kırıklığı getirir, zihnimizde bulanık olan oyun artık tamamen silinmiştir. 404.design isimli bir site bu hayal kırıklığını yaratıcılık ve neşe ile karşılamayı amaçlayarak, internet arşivinde kaybolmuş bilgilerin mezar taşında yazan “404 Not Found” yazısının farklı sitelerdeki sayfalarını arşivliyor.

404 Sitesinden Ekran Görüntüsü
En geniş internet arşivi The Internet Archive, internetin geçmişini ve dijital kültürü koruyan bir çevrim içi kütüphane, bu kütüphaneye dahil olan Wayback Machine projesi de internette geçmişe yolculuk yapmayı sağlıyor. Erişimi herkese açık olan bu hizmetler bilginin demokratik şekillerde arşivlenmesi konusunda çalışmalar yürütüyor. 2024’te Internet Archive, büyük bir DDoS (Distributed Denial of Service) saldırısı altında olduğunu açıkladı. DDoS saldırısında, saldırganlar otomatik sistemler kurarak bir internet sitesine aynı anda çok sayıda sahte ziyaret gönderir, böylece sunucular aşırı yüklenir ve site çalışamaz hale gelir. Saldırının en yoğun anında, her saniye on binlerce eşzamanlı ziyaret gerçekleşiyordu. Bu nedenle Wayback Machine de dahil olmak üzere birçok hizmet geçici olarak devre dışı kaldı. Arşiv kendini gizleyerek korumaya aldı, yani dijital hafıza bazen yaşamını erişilebilirlikten değil, tam tersine erişilememezlikten almış oluyor.
Peki dijital arşivin kırılganlığına rağmen neden interneti muhafaza etmek konusunda bu kadar ısrarcıyız? İnternet, bilgiyi demokratikleştirmenin ötesine geçerek farklı seslerin görünür olmasını da sağlar. Artık sadece akademik yayınlar veya resmi medya aracılığıyla değil, doğrudan bireylerin paylaşımlarıyla dünyanın dört bir yanındaki olayları öğrenebiliyoruz. Örneğin Filistin’de yaşanan soykırımı birinci ağızdan dinliyoruz, paylaşılan her videonun küresel kamuoyuna ulaşma şansı oluşuyor. Bu, bilgiyi sadece erişilebilir kılmakla kalmayıp aynı zamanda sessiz kalmış, göz ardı edilmiş veya bastırılmış deneyimlerin görünür olmasını sağlayabiliyor. Ancak ne yazık ki, internetin potansiyeline rağmen, büyük medya ve teknoloji şirketleri bu süreci sık sık sabote ediyor. Algoritmalar, neyin görünür olacağını ve hangi bilgilerin yayılacağını sermaye kârı hesaplamalarına göre karar veriyor. Böylece küresel kamuoyuna ulaşmaya çalışan sesler eşit bir şekilde dağıtılmıyor. Örneğin, insan hakları içerikleri algoritmalar tarafından geri planda bırakılırken, ticari olarak kârlı içerikler öne çıkıyor. Algoritmaların kayırdığı içerikler popüler olsa da, dünyada yaşanan her şey dijital ile paylaşıldığı sürece birilerine ulaşıyor, korunaklı arşivler oluşturup bunları kaydetmek de bize düşüyor.
Bazen de dijital arşivler bir mekânın, objenin veya kişinin zamanda dondurulmuş hâlini hafızasında tutar. 3D tarama teknolojileri sayesinde korunması gereken bir sit alanından en sevdiğimiz vazoya kadar her şey dijital olarak kopyalanabilir. Ancak bu kopyalama yalnızca bir koruma biçimi değil, aynı zamanda bir yeniden inşa eylemidir. Bir objenin dijital modelini üretmek, onun maddesel gerçekliğini çözerek bilgiye, veriye ve piksele dönüştürür. Bu noktada arşiv hem bir bellek hem de bir simülasyon alanına dönüşür. Tüm dünyanın dijital bir kopyasını oluşturmaya çalışan Google Earth, uydu görüntüleri ve 3D taramalar aracılığıyla gezegenin sürekli güncellenen bir dijital arşivini inşa ediyor. Artık şehirler, dağlar ve sokaklar yalnızca fiziksel olarak değil, aynı zamanda dijital olarak da “var” oluyor. Bu dijital haritalar yalnızca coğrafi değildir, aynı zamanda politik arşivlerdir. Bir şehrin yıkımı, bir bölgenin yeniden çizilen sınırları ya da bir mahallenin dönüşümü, bu haritalarda kaydedilir. Böylece Google Earth, yalnızca dünyanın yüzeyini değil, yaşamın izlerini de saklayan bir bellek alanına dönüşür.

Queering The Map
Bir diğer harita bazlı dijital arşiv örneği, arşiv kavramını yeniden düşünmeye zorlayan Queering the Map projesi. Kullanıcılar, anonim şekilde kendi queer deneyimlerini harita üzerinde işaretleyerek, dünyaya veya kendilerine bir not bırakırlar. Burada arşiv, yalnızca geçmişi kaydetmek için değil, topluluk tarafından sürekli üretilen ve yeniden şekillenen bir alan olarak işlev görür. Burada kimlikler sayılabilecek bir veri olmaktan çıkar ve ete kemiğe bürünür. Queering the Map, dijital arşivin sadece bilgi depolamak değil, alternatif anlatılar üretmek ve onları görünür kılmak için kullanılabileceğini gösterir.
Dijital veriler görünürde soyut bir buluttaymış gibi olsa da, aslında fiziksel altyapıya bağlıdır. Web siteleri, görseller, ve diğer içerikler, sunucular ve veri merkezlerinde saklanır. Bir binada elektrik, soğutma ve iklim kontrolü olmadan veri depolamak şimdilik mümkün değildir. Örneğin, bir veri merkezinde yangın çıkarsa o sunucudaki verilere ulaşılamaz ve eğer veri başka bir sunucuda yedeklenmemişse, kalıcı olarak kaybolabilir. Modern arşivleme ve veri yönetimi sistemleri, bu riski azaltmak için verileri birden çok sunucuya ve farklı coğrafi konumlara yedekler, böylece bir sunucu veya bina hasar görse bile içeriklere erişim genellikle devam eder. Ancak her zaman yedekleme yapılmış olmayabilir ve bu yüzden fiziksel sunucuların varlığı dijital verilerin erişilebilirliği açısından kritik bir rol oynar.

Yusuf Bingöl, how to log off completely, Digital Collage, 2025
Aslında düşünmemiz gereken verinin hangi sunucuda veya kutularda saklandığı değil, hangi verilerin kimler tarafından arşivlendiği. Korunaklı ve ulaşılamaz arşivlere sadece devletlerin, büyük şirketlerin sahip olması bilginin ve hafızanın kontrolünü birkaç aktörün elinde toplar. Bu yüzden kendi verimizi yedeklemek, düzenli olarak arşivlemek, sadece geçmişi korumak değil, geleceğe dair küçük de olsa bir söz sahibi olmak anlamına geliyor. Topluluklar birlikte çalıştığında, dışlanan sesler görünür hâle geliyor ve kolektif hafıza daha güçlü bir şekilde şekilleniyor. Dijital arşivler, geçmişi kaydetmenin ötesinde, gelecekteki medya arkeologlarının bize ulaşacağı izleri bırakıyor. Her fotoğraf, video veya yazı birer ipucu, birer tanıklık. Bugün hangi veriyi arşivlediğimiz, yarının hafızasını şekillendiriyor ve zamanın geçiciliği ile belleğin karşısında küçük de olsa bir kontrol alanı sunuyor.
En sevdiğimiz bilgisayar oyunu, güldüğümüz bir meme, çektiğimiz webcam selfiesi… Bunların hepsi kazınıp çıkarılmayı bekleyen birer mirasa dönüştüğünde biz çoktan toprağa ya da buluta karışmış olacağız.