top of page

HIGHLIGHTED

TEKNOLOJİ

Miller’ın sepya fotoğrafları, dijitalleşen dünyada insan ve makine ilişkisinden geriye kalan bilinç kırıntılarını sembolize ediyor.

Bennett Miller’ın Sepya Dünyasına Bakış

Furkan Öztekin

Yapay zekanın görsellikle kurduğu ilişki her geçen gün giderek büyüyor. DALL-E, Midjourney, Stable Diffusion gibi metinden görüntü oluşturabilen modeller, yalnızca birkaç kelimenin peşine düşerek, daha önce hiç var olmamış yerleri, yüzleri, manzaraları hatta dünyaları bile yaratabiliyor. Bu son dönem teknolojiler, görsel sanatların doğasını ve işleyişini yeniden tanımlayan güçlü araçlara dönüşüyor. Özellikle fotoğrafçılık gibi gerçekliğe doğrudan temas eden mecralarda, yapay zekâ tarafından üretilmiş imgeler yalnızca estetik bir oyun alanı değil, aynı zamanda düşünsel ve duygusal bir araştırma sahası sunuyor. Artık aklımızdaki bir görüntüye ulaşmak için fiziksel bir mekâna gitmek, bir kameraya sahip olmak ya da en doğru ışığı yakalamak gerekmiyor. Bunun yerine, bir fikrin, bir hissin, bir rüyanın metinsel karşılığı aklımızdakini gerçekleştirebilmek için yeterli olabiliyor.


Bu durum, fotoğrafın tarihsel bağlamından dolayı taşıdığı "gerçeği kaydetme" işlevini yeniden sorgulamaya açarken, yapay zeka destekli çıktıları günümüzde yeni ve alternatif bir ifade biçimi olarak konumlandırıyor. Zamanla bu araçlar yalnızca taklit eden değil, sanatçının mantık çerçevesinde gerçekleştirdiği müdahalelerle özgün diller kurabilen bir anlatım biçimine dönüşüyor. Fotoğrafçılık, artık yalnızca ışık ve gölgeyle değil; metin, makine, aktarım ve hayal gücünün kesişiminde kendine yeni sınırlar çiziyor. Gün geçtikçe gelişim gösteren yapay zeka araçlarının sunduğu sınırsız üretim kapasitesi, sanatçıyı seçimleriyle, müdahaleleriyle, belirsizlikler içindeki sezgisiyle görüntüyü çağıran, eleyip biçimlendiren bir bakışa dönüştürüyor. Yapay zekâyla imge üretimi, günümüzde teknolojik bir deneyden ziyade; güncel sanatla, hafızayla, zamanla ve temsilin kendisiyle doğrudan temas kuran bir yaratım sürecini temsil ediyor.


Heyecanlı sürecin en dikkat çekici örneklerinden biri, Oscar adayı yönetmen Bennett Miller’ın DALL-E ile birlikte ürettiği, Gagosian dahil pek çok yerde sergilenen son dönem fotoğrafları. Miller’ın uzun yıllar süren araştırma, gözlem ve deneyimlerinden beslenen bu solgun renkli işler, yalnızca görsel bir estetiği sahiplenmekle kalmıyor, aynı zamanda gerçeklik/kurgu, insan/makine gibi ikiliklerle örülmüş bir anlatıya dönüşüyor. 


Bennett Miller, Untitled, 2022–23, pigment print of AI-generated image


Miller’ın DALL-E temelli imgelerine yakından bakmadan önce yapay zeka ile olan ilişkisini incelemekte fayda var. Miller, 2015’ten bu yana yapay zekânın insan algısı üzerindeki etkilerini inceleyen belgesel formatında bir proje üzerinde çalışıyor. Bu süreçte OpenAI CEO’su Sam Altman’la yaptığı özel görüşme sayesinde ise DALL-E’ye erken erişim sağlamayı başarıyor. DALL-E, metinsel komutlardan yola çıkarak sonsuz imajlar üretebilen bir sistem. Fakat Miller’ın onu kullanma biçimi, bir yazılımı ya da programı kullanmaktan ziyade, aynı rüyada birleşmeye benziyor. Bu zamansız ve mekânsız işbirliği, fotoğrafın estetik potansiyellerini algoritmik hesaplamalarla bir araya getiriyor. Buradan ortaya çıkan imgeler ise ne tam olarak insanın ne de tamamen makinenin elinden çıkmış gibi görünüyor. Miller’ın sepya fotoğrafları, dijitalleşen dünyada insan ve makine ilişkisinden geriye kalan bilinç kırıntılarını sembolize ediyor.


Bennett Miller, Untitled, 2022–23, pigment print of AI-generated image

Bennett Miller, Gagosian, rue de Ponthieu, Paris, 2025 (Fotoğraf - Thomas Lannes)


Miller’ın Untitled (İsimsiz) olarak adlandırdığı fotoğraf serisi, nostaljik hissiyatlar uyandıran sepya tonlarını sahiplenerek grenli yüzeylere yerleşiyor. Bu fotoğraflar, ilk bakışta erken dönem fotoğrafçılığın belgesel ve portre estetiğini çağrıştırıyor. Fakat biraz daha dikkatli baktığımızda, her şeyin olması gerekenden biraz fazla düzgün, kusursuz olduğu fark ediyoruz. Küçük bir çocuğun rüzgârda savrulan saçları, eski bir keten elbise, bir kadının ellerinde tuttuğu daire biçimli bir cisim ve gökyüzüne uzanan sonsuz bulutlar. Hepsi olabildiğince tanıdık ama izleyiciye yine de bir şeyler eksik hissiyatı veriyor.


Bu eksikliği tanımlamak sanıldığı kadar kolay değil. Miller’ın sepya dünyasının taşıdığı hissiyat, fotoğrafların yalnızca estetik kararlarla şekillenmesinden kaynaklanmıyor; aksine Miller’ın özenle seçip dünyaya getirdiği bu imgeler, kayıp bir zamanın fragmanlarını temsil ediyor. Görsel gerçeklikten çok görsel sezgiye yaslıyorlar sırtlarını. Her bir kadraj, 'mış gibi' yaparak geçmiş zamanın geçici ve kırılgan bir parçasına dönüşüyor. Fotoğraflar kesinlikle eski bir arşivin parçası değiller, ama son derece arşivsel bir estetik taşıdıklarını söyleyebiliriz.


Bennett Miller, Gagosian, rue de Ponthieu, Paris, 2025 (Fotoğraf - Thomas Lannes)


Bennett Miller, fotoğrafların geneline hakim olan sepya tonunu sadece bir renge değil; zamanın yavaşladığı, hafızanın sekteye uğradığı ve anıların giderek bulanıklaştığı bir bölgeye benzetiyor. Bu bölgeye adım attığımızda, geleneksel fotoğrafla olan ilişkimiz de tamamen değişiyor. Çünkü bu imgeler lens tabanlı bir makineyle çekilmediler. Miller’ın deyimiyle “hayal edildiler ve çağrıldılar.”



"Miller, DALL-E’ye yönelttiği komutlarla kendine bir başlangıç noktası oluşturuyor, ardından ortaya çıkan görsel çıktıları siliyor, bozuyor, bulanıklaştırıyor, dönüştürüyor ve her seferinde bıkmadan yeniden biçimlendiriyor. Bu uzun süreç, çizgisellikten öte daha çok sezgisel bir büyüme hâline dönüşüyor."


Bennett Miller, Untitled, 2022–23, pigment print of AI-generated image


Bennett Miller sepya fotoğrafları, geçmişin kalıntılarını ve tozunu taklit ederken bir yandan geçmişi de dönüştürüyor. Aslında gerçekte hiç var olmamış bir tarihselliğin, üzerinde hiç yaşam kalıntısı olmayan silik bir dünyanın fotoğrafları bunlar. Fakat tam da bu gerçek dışı yapılarıyla, izleyiciye derin ve geniş bir gerçeklik algısı sunuyorlar. Çünkü Miller’ın bu imgeleri, gördüklerimizden çok hissettiklerimize ve düşlediklerimize sesleniyor. Tıpkı geçmişte sıkışıp kalmış bir anıya bakmak gibi: ayrıntılar silik, renkler dağınık, ama duygusu ilk günkü gibi güçlü.


Tüm bu imgelere bakarken aklımda her geçen gün kafa yorduğum “gerçeklik” meselesi yeniden patlak veriyor. Ne kadarının sanatçıya ait olduğu, ne kadarının yapay zekânın çıktısı olduğu sorusu dönüp duruyor aklımda. Belki de bu soruların yanıtı artık o kadar önemli değildir. Kim bilir?


Bize Ulaşın

bottom of page