HIGHLIGHTED
YORUM
Dijital teknolojilerin kullanımındaki aşırılığın yol açtığı duygusal, fiziksel ve zihinsel zararlardan ortaya çıkan kavramlar üzerine.
Bireysel sorumluluktan yapısal düzenlemelere: Çevrimdışı zaman romantik bir hayal mi?
Seda Niğbolu

Her kültürel akım ve eğilimin onun aşırılığına tepki olarak karşıt bir akım ya da kavramı doğurması gibi, bu karşıt hareketin de ticarileşmesi ya da salt yüzeyine indirgenmesi neo-kapitalist sistemde kaçınılmaz. Dijital teknolojilerin kullanımındaki aşırılığın yol açtığı duygusal, fiziksel ve zihinsel zararların daha çok görülüp tanınmasıyla birlikte ortaya çıkan digital wellbeing (dijital refah) kavramı da bu konuda bir istisna değil. Digital wellbeing özellikle Nicholas Carr’ın The Shallows ve Jaron Lanier’in You are not a Gadget gibi çok ses getiren kitaplarının da yayınlandığı 2010’lu yıllarla birlikte gündeme geldi. Kavram aslen sadece dijital teknolojilerin olumsuz etkilerinden kaçınmayı değil, teknolojinin nasıl yaşam kalitesini artıracak ve dengeli bir şekilde kullanılabileceği sorusunu da odağına alıyor. Ama popüler kültürde veri gizliliği, kişisel güvenlik gibi teknoloji politikalarını da ilgilendiren önemli unsurlarının altı çizilmeyip ekran süresi ve sosyal medya kullanımı kısıtlaması olarak kullanılıyor. Bunda Apple ve Google gibi firmaların bu etiket altında sunduğu ekran süresi kısıtlama uygulamaların da payı büyük. Ama digital wellbeing çatısı altında yer alan ve hem uygulanabilirliği hem de getirisi tartışmalı bir unsur daha var ki o da dijital detoks, yani dijital teknolojilerden gönüllü ve süreli bir kopuş.
Dijital detoks, özellikle son on yıldır, ruhsal ve fiziksel sağlık adına mindfulness (bilinçli farkındalık) ile birlikte en yanlış algılanan ve kullanılan kavramlardan biri ki bu iki kavram amaçları gereği birbirleriyle bağlantılandırılıyorlar da. Dijital detoks uygulamasına dair belki de doğru olan tek şey detoks sözcüğünün bağımlılık literatüründen gelmesi zira beyin taramaları internet bağımlılığının beyinde alkol ve uyuşturucu bağımlılığına benzer şekilde beyaz madde değişimlerine neden olabileceğini ortaya koyuyor. Bu da yine madde bağımlılığına benzer şekilde uyku sorunlarına, sosyal ilişkilerde sorunlara, anksiyeteye, karar verme, kontrol ve (başkalarının duygu durumlarına ilgisizlik sonucu) empati yetilerinde azalmaya yol açıyor. Ama bağımlılık tedavisinde detoks sonrasında da bağımlı olunan nesne ya da durumdan kaçınılırken dijital detoks dijital okur yazarlık konusunda uzun vadede bir çözüm sunmuyor çünkü ona gündelik hayatta geliştirilmesi gereken bir pratik olarak bakmıyor. Bu yüzden, 2021 yılında 3.625 kişi üzerinde yapılmış 21 araştırmanın da ortaya koyduğu üzere sağlık üzerinde ya hiç etki göstermiyor ya da az etki gösteriyor.*
“Disconnect to Reconnect” yanılgısı
Digital detox’un buna rağmen bu kadar yaygınlaşması kendi turizm akımını bile ortaya çıkarmasına neden oldu. Ne de olsa uzmanların komple bir detoks yerine küçük adımlarla yeni alışkanlıklar geliştirme yönündeki tavsiyeleri egzotik bir yerdeki tatil fikri kadar heyecan vermiyor ve kazanç sağlamıyor. Çevrimdışı olmanın detoks tatili olarak pazarlanması yeni iş imkanları sağlarken uygulayıcılar için de bir kimlik ve kendini ifade etme yolu olarak görülüyor. Tıpkı dijital detoks turizminin de ana unsurları haline gelen yoga, meditasyon, doğa kampları ve retreat’lerin başına gelen gibi. ABD’nin en bilinen detoks kampı Camp Grounded’ın sloganı “Disconnect to Reconnect” (Yeniden bağlanmak için bağlantıyı kes). Ama bu çok sorunlu bir slogan aslında, çünkü dijital olan ve olmayanı birbirlerinin karşıtı haline getirerek denge imkanının önünü kesiyor. Dijital teknolojinin monolitik bir olgu olarak ele alınıp tüm teknolojilerin aynı toplumsal ve kültürel etkiyi yarattığını öne sürmek teknolojik pesimizmin de önünü açıyor. Bu kısa vadeli strateji her şeyi bireyin sorumluluğuna yıkarak yeni bir toplum düşleme ve teknoloji ile güç ilişkilerine dair uzun vadeli yapısal dönüşümler gerçekleştirme konusunda bir körleşme yaratıyor. Tıpkı emek sömürüsünde bulunan firmaların çalışanların verimliliğini arttırmak için meditasyon ya da yoga saatleri sunmaları ama yapısal tartışmalara girmemelerinde olduğu gibi.

Doug Aitken Dijital Detoks, 2020 (Fotoğraf - Hadiye Cangökçe)
Digital wellbeing’in içerdiği ve aslında dijital detoks kavramının da çıkış noktası olan derin düşünme ve odaklanma yeteneğinin yeniden kazanılması, uzun süreli hafıza ve bilişsel becerilerde iyileşme, anlamlı deneyim ve ilişkilerin yeniden kurulması gibi konuların önemini ve bunun için aktif olarak ayrılması gereken çevrimdışı zamanın gerekliliğini göz ardı edemeyiz. Ama bunu yaparken içinde bulunduğumuz toplumun sosyoekonomik ve politik koşullarını göz önüne almamak naiflik olur. Özellikle pandemi sürecinde sonuçlarını keskin bir şekilde gördüğümüz dijital erişim eşitsizliğini ortaya koyduğu bir gerçek var ki o da detoks yapabilmenin ancak dijital teknolojilere sınırsız erişimi olan ayrıcalıklık bir kitle için mümkün olduğu ve diğerleri içinde dijital bağlantının eğitim, iş ve sosyal ilişkiler için bir zorunluluk olması. Bunun yanı sıra dijital medyanın siyasi hareketleri ve demokratik katılımı etkilediği bir ortamda dijital detoks yapmak özellikle genç kuşaklar için bilgiye erişimi ve toplumsal hareketlere katılımı zorlaştırabilir. Dijital detoksun amaçladıklarının gerçekleşmesi için bireysel çabalar yeterli değil; hükümetler ve şirketlerin de kullanıcıları sürekli çevrimiçi tutan algoritmaları denetleyip toplumsal eşitsizlikleri de göz önüne alan etik teknolojik düzenlemelere gitmeleri gerekiyor.
Dijital refahı cep telefonu yasağına indirgemek

Bireyin buradaki sorumluluğu da çevrimdışı deneyimleri romantize etmektense sistemden bu düzenlemeleri talep etmek olmalı. Ama biz özellikle konu yaratıcı sektörler olduğunda daha çok romantik deneyimlerin peşindeyiz. Bu noktada akla Polonya’da düzenlenen deneysel çağdaş müzik festivali Unsound’un 2013 yılındaki edisyonunda uyguladığı (neyse ki güvenlik görevlilerinde müdahale edilmeyeceği baştan ilan edilen) cep telefonu yasağı geliyor. Festival yönetiminin o sene yaptığı açıklamada amaçlarının izleyicilerini o anda olmaya odaklanmaya teşvik etmek ve başkalarının dikkatini o andan uzaklaştırmamak olduğunu belirtmişti: “İster sosyal ağlarda, ister müzik sitelerinde veya video yayın platformlarında olsun, konserlerin fotoğraflarını ve videolarını çevrimiçi olarak yerleştirmeye yönelik otomatik eğilimi sorgulamak, günümüzün ana iletişim aracı olan sürekli görüntü bombardımanına ufak bir sekteye uğratmak istiyoruz.” Bu iyi niyetli girişim o sene yaratıcılığı tetikleyip izleyiciler tarafından şahane konser resimlerinin çizilmesine neden olmuştu ama kendi de dijital kültür ve müziğe bu denli önem veren bir festivalin digital wellbeing konusunu farklı cepheleriyle tartışmaya açmadan çevrimdışı zamana indirgemesi politik olmayan bir yaklaşımdı. Marina Abramović’in 2014 yılında Londra’daki Serpentine Gallery’de gerçekleşen 512 Saat performansına koyduğu elektronik cihaz yasağını da aynı olmasa da benzer bir bağlamda değerlendirebiliriz. Sanatçı izleyicilerin “deneyimlemekten bile uzak kaldıkları” şeylerin fotoğraflarını çekmemelerini istemişti.
Digital wellbeing ve detoks kavramlarının yeni yeni hararetle tartışıldığı dönemin ruhunun getirdiği bu ve benzer yasakları bugün hala konserlerden komedi kulüplerine kimi etkinliklerde tek tük deneyimlemek mümkün. Burada tartışmalı olan konulardan biri dijital pazarlamanın özellikle yeni kuşak sanatçıların keşfedilmesine fayda sağlaması, bir diğeriyse sanatçının kendi öznel deneyimini izleyicininkinden üstün tutarak onun o anı nasıl deneyimlemek istediği kararını elinden alması. Hepsinin öncesinde de kişisel özgürlüklere yapılan bir müdahale söz konusu. Ama konuyu çok kişiselleştirdiğimizde yine aynı yere varıyoruz ve digital wellbeing bireyin ya da toplulukların şahsi bir ruhsal tercihiymiş ve uygulanması tamamen onun elindeymiş gibi bir izlenim yaratıyoruz. Sağlıklı ve dengeli bir dijital hayat yapılandırmak istiyorsak şahsi teknoloji kullanım alışkanlıklarımızın bir başlangıç değil sonuç olduğunu hatırlamak çok önemli. Ve bu alışkanlıkları olumlu yönde evriltecek olan kullanıcı dostu tasarımlar ya da geçici çevrimdışı deneyimler değil. Kalıcı olan, sistemin de birey kadar sorumluluğu üstlendiği bir noktaya varıp kullanıcıları manipüle eden ve bağımlı kılan tasarımlardan, adil ve kapsayıcı olmayan sistemlere, etik olmayan teknolojik düzenlemelerden mahremiyet hiçe sayan bir veri işlemeye kadar tüm yapısal sorunları göz önünde bulundurulan politikalar oluşturmak. Bunlar gerçekleştiğinde muhtemelen akli ve fiziksel sağlığımızı önceden kurgulanmış çevrimdışı deneyimlere fiksleyen bir bağımlılık psikolojisinden özgürleşerek dijital teknolojilerden nasıl daha fazla verim alabileceğimizi tartıştığımız bir noktaya varmış olacağız.
*https://journals.sagepub.com/doi/full/10.1177/20501579211028647