HIGHLIGHTED
YORUM
Makinenin insandan ve insanın makineden öğrendiği bir sanatsallık.
Makinesel Biyogeribildirim ve Failliğin Sınırları
Hasan Cem Çal

Günümüz sanatı bağlamında genel problem şu gibi gözüküyor: Sanat insana özgü bir pratik midir? Soruyu daha da basitleştirerek şu şekilde de sorabiliriz: Sanatı sadece insanlar mı yapar? Her ne kadar bu soru (otomatik ve yarı-otomatik makinelerin gelişimine bağlı olarak) ancak bugün sorulabilir gibi gözükse de, esasen dün de farklı şekillerde soruluyordu. Örneğin hayvanların ve böceklerin ürettiği yapıların sanatsallığı sorgu konusu hâline getiriliyordu. Bir kuşun yuvası sanat mıydı? Peki ya bir arı sürüsünün kovanı? Sanatın teknikle özdeş görüldüğü (techne kavramı) Antik Yunan paradigması içinden bakılacak olursa, evet, bu “imalat”lar sanattır. İdealist paradigmadan (Kant, Hegel) baktığımızda ise sanat “işe yaramamak” üstünden tanımlandığından, insandışı canlıların üretimleri sanat değildir çünkü “işlevsel”dir (Hegel’in mimariyi “en aşağı sanat” olarak görmesi de “işe yarar”lığındandı). Çağdaş paradigmada ise sanatın tanımı tamamen belirsizleşir: Sanat “sanat addedilen şey”e dönüşür. Ama yine de bu birbirini dışlayan bakış açıları için bile bir şey ortak ve net: Sanat bir failliğin mevcudiyetine dayanıyor; yani sanatın var olabilmesi için bir failin varlığı şart. Bu, “kendi kendine oluşmuş” gibi duran sistemlere (güneş sistemi gibi) ya da yapılara (dağlar gibi) sanat gözüyle bakıldığı zaman dahi geçerli: Onları “sanat” olarak niteleyen de bir fail. Bu örnekte: İnsan.
Peki, sanatın varlığı bir failliğinkine dayanır aksiyomunu ya da varsayımını doğru ya da en azından meşru kabul edecek olursak, sanatı mümkün en ham anlamıyla yaratıcılıkla özdeşleştirecek bulunursak, gerçekten de artık sadece insanın fail ve dolayısıyla yaratıcı olduğunu söyleyebilir miyiz? Leonel Moura ve Henrique Garcia Pereira’ya göre makinelerin de sanat yapması mümkün, hatta “sanatın ölümü”nü tam manasıyla gerçekleştirecek olan da bu; zira “tıpkı bizim gibi”, otonom bir şekilde yaratıcılık sergileyen makinelerin varlığı, insanın sanat üstündeki mutlak hak iddiasını geçersiz kılan bir şey (“Simbiyotik Sanat Manifestosu”). Dolayısıyla bu bakımdan sanatın ölümü, sanatın çoğullaşarak yeniden doğumu anlamına da geliyor: İnsandan bağımsız ve sanat yaptığının farkında, özfarkında ve özdüşünümsel bir varlığın mevcudiyeti, dolaylı yoldan sanatı yeniden tanımlamak demek. İnsanmerkezli olmaksızın tanımlamak.
Peki, otonom bir şekilde sanat yapan makinelerin (şimdilik) namevcut olduğunu hesaba katacak olursak, insan dolayımında iş gören ama insan tarafından basit bir araç olarak (film kamerası, fotoğraf makinesi gibi) kullanılmayan bir makineyle yapılan sanat da insandışı bir estetiğe mahal verebilir mi? İnsan tarafından önayak olunan fakat makine tarafından da faal bir biçimde imal edilen bir iş de insan merkezli olmayan bir sanatın örneği olamaz mı? Bu noktada problem, faillik sorunuyla yeniden özdeş hâle geliyor: Failliğin safhaları olduğunu söyleyemez miyiz?
Söyleyebiliriz gibi gözüküyor. Giderek insandan soyutlanacak bir sanatsallığın ilk evrelerinden biri, kuşkusuz ki insan-makine arayüzünün bir tür çeşitlemesi olarak insan-makine işbirliği olacak. İnsanın kullanmak için değil bir arada çalışmak için ürettiği makineler. İnsan ile makinenin ayrı ayrı ama bağlı ve tek bir iş üstünde çalıştığı bir sanatsallıktan söz ediyoruz. Makinenin insandan ve insanın makineden öğrendiği bir sanatsallıktan bahsediyoruz.

Sougwen Chung (愫君) – works by sougwen
Sougwen Chung’un sanatı tam da bu tip bir sanatsallığı dışavuruyor. Yaptığı resimleri (ve tabii heykel ve yerleştirmeleri) insandışı varlıklarla işbirliği içinde yapan bir sanatçı Chung: D.O.U.G. (Drawing Operations Unit Generation) adını verdiği ısmarlama imal edilmiş robotlarla, “öğrenebilen robotlar”la resim yapıyor. Biyolojik sınırlılıklarını sentetik zekânın yardımıyla genişletiyor bir bakıma. Ve tabii bunu yaparken katılımı ve etkileşimi bizzat ve bilhassa sağladığından, makinelerle bir arada sanat yaptığından, yapay zekâ ile robotik arasındaki ilişkiyi teknoratik olmaktan çıkarıp teknoestetik hâle getiriyor; yani tahakküm kurmak için değil yaratı var etmek için işe koşuyor düzeneklerini. Her ne kadar yaptığı resimleri tamamen insandışı bir estetiğin ifadesi olarak görmek mümkün olmasa da, bu resimler makinenin kesinkes bir araca indirgenmediği, edilgen olmadığı bir yapım süreci sonucunda ortaya çıktığından, diyelim ki makine etkin bir eleman olarak sanat üretimine dahil olduğundan, makinenin “sanatsal faillik” kazanmasını örnek teşkil ediyor. Bu açıdan Chung’un sanatının temel aksiyomu şu gibi: İnsandışı varlıklar da (bu örnekte makineler) sanat yapabilir zira failliğe sahiptir; yani öngörülmesi tam manasıyla mümkün olmayan bir edimselliğe. Kısacası, yaratıcılığa.
Peki, bu failliğin sınırları ne? Chung’un sanatı özelinde bu faillik iki boyutlu ya da daha doğrusu, çift veçheli. İlk veçhe, Chung’un sanatından, çizme ve boyama şeklinden nöral ağlar vasıtasıyla öğrenen makinelerin ondan bağımsız bir şekilde resim yapım sürecine dahil olduğu veçhe. İkinci veçhe, diğer taraftan, Chung’un beyin dalgalarının tarandığı ve bu dalgaların veri olarak iletimi vasıtasıyla beyinsel süreçlerin mahal verdiği resim jestlerini robotların taklit etmesinin sağlandığı veçhe. Bu iki veçhe aynı sürecin iki ayrı yüzü gibi, çünkü öğrenme ile taklit etme arasındaki göreli ayrımın yitmesini sağlıyorlar: Nasıl ki insanlar sanat yapmaya başkalarının sanatını taklitle başlıyor, benzer bir durum makineler için de geçerli.

Sougwen Chung (愫君) – works by sougwen
İlk veçhe özelinde Chung’un makineyi kendi bedeninin, hatta varlığının uzantısı hâline getirdiğinden söz etmek mümkün. Ama bu bağlamda “uzantı” kavramının da anlamı değişikliğe uğruyor. Artık uzantı dediğimizde anladığımız bedenimize bağlı herhangi bir organın gücünü yükselten bir araç değil, örneğin kameranın gözün amplifiye edilmiş bir uzantısı olması gibi. Daha ziyade, bedenimiz ve bedenlenmiş bilişselliğimizin bir uzantısı söz konusu olan. Chung’un D.O.U.G.’ları yaptıkları iş özelinde yeterince bedenli (bir kola sahip olmak) ve yeterince zeki (öğrenme yetisine sahip olmak) makineler. Bu perspektiften de bir tepkisellikleri var diyebiliriz: Taklit eden, taklit ederek de biyolojik eylemliliği kendince yoruma ve sorguya açan makineler Chung’unkiler. Bu ise, tekrarlarsak, uzantı kavramının tanımının radikal bir başkalaşımına delalet ediyor: Artık uzantı bir organa değil organizmaya, organizmanın zihinsel ve bedensel yetilerinin toplamına karşılık geliyor. Ve bu uzantı, uzantısı olduğu şey olan özneyi de dönüşlü olarak etkiliyor. Dolayısıyla söz konusu olan, bir yandan da özneler arasılığa dayalı bir sanat yapımı: Her iki tarafın da birbirini bir beden olarak bildiği, ama yine her iki tarafın da insan olmadığı bir sanatsal süreçsellik.

Sougwen Chung (愫君) – works by sougwen
İkinci veçhe özelinde söyleyebileceğimiz şey ise şudur: Canlı resim performansları özelinde makine, artık yalnızca bir uzantı olmaktan da çıkan, bir işbirlikçi hâline bir varlık. Bu ikinci veçhe özelinde de temel kavramın tanımı değişiyor: İşbirlikçi göreli olarak taklide soyunmuş ve giderek sanatsal bağımsızlık kazanacak bir odak artık, yoksa hâlihazırda “tam bağımsız” bir “insan sanatçı” değil. Burada işbirlikçi, aynı zamanda dahil ve müdahil olmuş olduğu sanatsal sürecin, Chung’un sanatının bir tür dışsal belleği olarak da iş görüyor tabii, çünkü Chung’un sanatından öğrendikçe bu sanatın yalnızca bir taklitçisi değil bir mirasçısı hâlini de alıyor (ya da alacak). Bu açıdan bakıldığında, Chung’un D.O.U.G.’larının yalnızca zihin-beden uzantıları değil, ayrıca bellek taşıyıcıları olduğunu söylemek mümkün. Neredeyse onun ikizleri, doppelganger’ları onlar: Başat olarak bir sanat pratiğiyle kendini eğiten ve bu sanatsal pratik üstünden bağımsızlaştıracağı ve çeşitleyeceği bir sanatsal bellek edinen bir tür makine topluluğu. Yani ne yapacağı iş üstünde de işten sonra da hep belirsiz kalan, kelimenin tam manasıyla yaratıcı, katılımcı, basitçe işbirlikçi bir insandışı sanatçı grubu.

Sougwen Chung (愫君) – works by sougwen
O hâlde Chung’un Mutations, Artefact ve Waves Studies tipi işlerinde gördüğümüz bu iki veçhenin tek ve yekpare bir operasyon olarak yansıtımıdır: Makinenin resimselliği operasyonel bir yaratıcılığa açtığı bir sanat boyutu. Bu boyut, Chung’un kendi sanatının, biyometrik verinin ve tarihi sanat eserlerinin taranmasıyla olduğu kadar robotların etrafını kaplayan şehir dinamiklerinin ve kalabalığın hareket verisinin okunması vasıtasıyla var olduğu oranda, aslında söz konusu olan öğrendiği denli taklit eden ve taklit ettiği denli öğrenen, insansı olduğu kadar insandışı bir sanatsal fail. Kendi şekil ve örüntülerini üretme kapasitesine sahip olan, baştan sona uzantısı/işbirlikçisi olduğu sanatçıyla çalışan, makinesel/otomatik sanatın en temel varsayımı olan “araç olarak makine”yi devredışı bırakan bir sanatçı/makine. Fiziksel süreçler ile “insan failliği” arasında yapılan keyfi ayrımı lağveden bir yeni sanat figürü.
Bütün bunlar hesaba katıldığında, Chung’un sanatının egale ettiği en temel şeyin makinenin sanattaki araçsal mevcudiyeti olduğu söylenebilir. Onun sanatında makine, zihin-bedenin dolaylı değil direkt bir uzantısıdır ve bir araçtan çok bir işbirlikçidir. Uzantı olmak vasfıyla sanatçının tüm varlığıyla eşleşir, işbirlikçi olmak vasfıyla da sanatı tekil bir zekânın, organik zekânın tekelinden çıkarır ve izi ve imzayı çoğullaştırır ki bu, Byung-Chul Han’ın Çakma: Çince Yapıbozum’da sözünü ettiği gibi, Çin sanatının da temel bir bileşenidir (Chung’un Çin asıllı bir Kanadalı olduğunu unutmamalı). Böylece sanat yalnızca makineleşmekle kalmaz, aynı zamanda insanın yaptığı sanat da alternatifler içinden bir diğerine dönüşür. Bu bağlamda sanat, artık bir makinesel biyogeribildirimin ifadesidir; organizma veriyi sağlar, mekanizma da onu işler ve bir tür çift kutuplu geribildirim döngüsü içinde sanat oluşur. Bu noktada sanat, artık saf, kaynağı belirsiz, ulvi, ilhamla büyülenmiş bir pratik değil, sibernetik bir operasyondur. Mekatronik olduğu söylenebilecek (yani hem elektrik bazlı hem de mekanik yapılı) bir yapay zekâyla boğumludur. Ne tam anlamıyla insandışı ne de tam anlamıyla insani bir sanattır bu, daha ziyade, baştaki probleme de binaen söyleyecek olursak, insanmerkezli olmayı kesen ve insandışılaşan sanatın bir uğrağı ya da evresidir. İnsandışı sanatın şafağı.